11 Mayıs 2011 Çarşamba

Hüzün ile Güzellik Arasında Bi' Yerlerde...



Hepsi güzel kadınlar. Hüzün ile güzellik arasında bi' yerlerde sıkışıp kalmışlar. Rengarenk kıyafetleri, makyajları ve güzel saçları altında yaşadıkları hüzün gözlerinden süzülüyor herbirinin.


Bu güzel tabloları yapan kişi ünlü tiyatrocu Zerrin Tekindor. Tablolarındaki kadınlar Zerrin Hanım'a çok benziyor; adeta her birinin üzerine kendisinin asaleti sinmiş. Kendisi ile irtibata geçip yakında İstanbul'da bir sergisi olup olmayacağını sordum. Ne yazık ki, şuan İstanbul için planlanmış bir sergisinin olmadığını söyledi. Bu güzel ötesi tablolar İstanbul'da görücüye çıktığında mutlaka gidip görmek; hatta alıp bi' tanesini evin bir köşesinde baş tacı yapmak lazım.

Bundan Böyle AY LAYK HADİSE!

Bu kızı tuttum artık. Yeni albümü 'Aşk Kaç Beden Giyer?' ile gerçekten iyi bir sound yakalamış. Kendini dinlettirip insanın diline dolanıveriyor. Bir önceki albümünden çok çok daha iyi ve 'in'. 10 numara!



Special thanks to Aykut Akkülah for providing the album.

Yüksek Sadakat Zaten Tırttı.

Neden herkes Eurovision'da finale çıkamadığımıza şaşırdı ki? Zaten o grup tırttı Türkiye, günaydın.

5 Mayıs 2011 Perşembe

'Patırtı etme!'

Hayatım boyunca duymayı en çok sevdiğim şeylerden biriydi 'patırtı etme' lafı. Küçükken her iki haftada bir gittiğim, dedemlerin Fındıkzade'deki evinde duyardım en çok bunu. Sevmek ile kızmak arasında bir ses tonuyla söylerdi dedem bunu haber izlemeye çalıştığında gürültü yaptığım zaman. Gözünden anlardım gerçekten kızıp kızmayacağını ve sırf bir kere daha söylesin diye tekrarlardım yaptığım her ne idiyse.

Yine söylediğinde kikirdeyerek koşturmaya başlardım delilercesine. Sandalyelerin aralarından geçer, koltuklara zıplar, kapıları açıp kapatırken kikir kikir gülerdim. Dedem de 'seni baççik yapacağımmmm' deyip gözlerini kocaman açar ve beni kovalardı. Gıdıklar, öperdi. 'Boynuna bakayım ne var orada? AA!' dediğinde her seferinde boynumu kaldırır kendimi gıdıklatırdım. Babaannem de hemen gelip sırtıma bir bez sokuşturuverirdi terimi alsın diye. Seneler boyunca 'baççik' kelimesini 'dövmek' gibi birşey olarak algılardım, meğer 'öpücük' manasına geliyormuş.

Kimseyi sevmedi dedem beni sevdiği kadar, kendi öz kızını bile. Kendi söylemedi hiç ama aramızdaki farklı bir iletişimdi. Hissederdim özel olduğumu, o da bilirdi ne kadar sevdiğimi onu. Kızardı bazen ama her zaman yanımda olmaya çalıştı, destek oldu. Hep 'Oku kızım, sen bu sülalenin en zeki ve çalışkanısın, sen benim torunumsun' derdi.

Vedalaşırken söyledim ona okul kazandığımı, gözünün arkada kalmamasını. Okuyup istediği gibi kendi ayaklarımın üzerinde duracağımı söyledim. Biliyorum ki duydu beni, çünkü o anda da aramızdaki iletişimi hissettim. Artık söyleyemeyecek hiçbirşey ama biliyorum ki bana her zaman varlığını hissettirecek.

Üç sene oluyor dedemi ve babaannemi kaybedeli. O kadar acı çekiyorum ki bazen. Ufacık aptal bir kelime, bir ses, bir yüz, bir koku, bir yemek bile onları hatırlatabiliyor aniden. Kalbim sıkışmaya, burnumun direği sızlamaya başlıyor.

Canım dedeciğim.

28 Nisan 2011 Perşembe

Küçük Kısa Öyküler

'Küçük kısa öyküler yaz...' diye başladı söze. 'Küçük kısa öykülerle anlatamam ki bazen istediklerimi' diyemedim. Güzelmiş çünkü benim kısa öykülerim. Sabahları biraz geç uyandığımda ekmek atmamı bekleyemeyip camımı gagalayan minik kuşlar söyledi. İşte böyle bağımlılık yaratan ve gizli saklı bir tarafım var. Yasakları ezip geçmeyi seven yaramaz çocuklar gibi. Eskiden bu kadar durgun, bu kadar hüzünlü değildi ki yüzüm, ne oldu bana? Sanırım büyüdüm. İçimdeki yaramaz çocuk sık sık ortaya çıkıyor ama artık etrafındakilerden çabucak ürküp karanlık sokak aralarına kaçıveriyor. O ucunu göremediği binaların gölgeleri arasında saklanıyor. Hem kimsenin gelmek istemeyeceği kadar soğuk, nemli ve ürkütücü ama bir o kadar da artık onun evi. Karanlıkların ardına saklandığında hemen yüzüm düşüyor. Farkında olmuyorum ama görenler öyle söylüyor. Geçenlerde aynada yüzüme bakarken farkettim iki kaşımın ortasındaki iki ince çizgiyi. Sanırım gerçekten yalnız, üzgün ve mutsuzum. Belki de bundan beş ya da altı sene sonra şuanda dalga geçtiğim insan modeline bürünüp tüm kozmetikçilerin altını üstüne getirip o 'sihirli' kremlerden almaya başlayacağım. Şuan birkaç tane olan güzel beyaz saç tellerim iki elimin parmaklarının sayısını da geçecek, hatta belki buna ayakparmaklarımı da dahil etmek zorunda kalacağım. Zaten almaya başladığım kiloların üç-dört katı kadarını alıp ben de mecburiyetten 'yer gibi yapıp' yemek yemeyeceğim. Birkaç sene sonra da oramdan yağ aldırır, lüzumsuz yerlere enjekte ettirir, ektirir biçtirir, gerdirir toplatırım. Blah.

Yasaklayabilirsiniz ama...

Bugün, yarın, sonraki gün, hatta ondan sonraki gün de benim blogumu, sanatımı, kitabımı, karikatürümü, basın özgürlüğümü, gözümü, kulağımı, özgür irademle oy kullanmamı, adil sınav hakkımı, sokakta özgürce dolaşma hakkımı, saçımı gösterme hakkımı bile elimden alabilirsiniz. Fakat unutmayın ki, ASLA beynime yasak koyamayacak; düşüncelerime pranga vuramayacaksınız! Yüreğimdeki ATATÜRK aşkını söndüremeyecek, atalarımın kanıyla bu toprakların her karışının sulandığını bana unutturamayacaksınız!

25 Nisan 2011 Pazartesi

Eski

Seni bugün benden silme kararı aldım,
İçimden kusarak atmayı.
Hızlı bir gecenin ardından sersem gibi uyanır,
Miden ardı arkası kesilmeden bulanır ya, ama bir türlü birşey çıkmaz,
Sen öylesin işte benim için.
Parmağımı soktum kalbime deştim...
Akar gider diye belki ilaç olmadan,
Yüzüme gözüme bir zamanlar dolaşmış saçlarını hatırladım, kalakaldım.
Nedense bir türlü yapamıyorum.
Hayal gücüm o kadar derin ve karanlık ki bir türlü kurtulamıyorum.
Bunu kime yazdığımı bile şuan hatırlamıyorum.

Sonsuz

Sonsuz aşk, platonik olandır aslında. İçinde yaşarsın herşeyi iyisiyle, kötüsüyle. Sadece yüzü vardır aklında, fikirleri ve tavırları yoktur. İstediğin gibi olmak zorundadır o, başka şansı olmadan. Bir gün sarışın, diğerinde esmer, bir gün fit, diğer gün şişman. Bilmez aslında aklından neler geçtiğini tahmin edemez ama her anı, her hareketi ve her düşüncesini sen yaratırsın; o da seni. Yalansız, yalanın kendisidir aslında o. 'Yalanı sevmem' diyemezsin artık çünkü yalanın ta kendisi olmuş ve herbir saç teline varana kadar yalana bulanmışsındır. Kimseye değil, en masum şekilde kendine söylersin o yalanları ama göründüğü kadar zararsız değildir; en tehlikelisi de zaten kendine söylediğin yalana inanıp ona yaşamak için sarılmaktır. Dipsiz kuyu, zincirleme etkisi, durgun suya atılan taşın çıkardığı tok sesin ardından yaydığı halkalar gibi sonu gelmez; dur durak bilmez...

22 Nisan 2011 Cuma

Benim Küçük Parlak İlham Böceğim

İlham ıkınınca gelen birşey değil ki her istediğinde gelsin.
O, itaat etmesini öğrenen türden birşey. Gerekli şekilde eğiteceksin ki kendi kendine sana gelmesini bilecek. Benim ilhamım yarı eğitilmiş durumda. Uzun senelerimi aldı onun üzerindeki kontrolü sağlamam. Gecenin karanlığında uçan küçük, güzel bir ağustos böceği gibi... Ne zaman o güzel parlak ışığını görsem heyecanla yakalamaya çalışırdım ama o, olağan gücüyle benden kaçardı. Bazı anlarda küçük bir çocuk gibi oturup ağlardım. Bazı anlarda ise şuan ki gibi yakalayıp parmaklarımın arasından avucumun içindeki parıltısına bakardım...

21 Nisan 2011 Perşembe

Aşk iki kişiyle mi yaşanır...

Zihnimde dönüp duruyor bunca zamandır, ne zaman durup dururken aklıma gelse zamanın ellerimden kayıp gittiğini, herşeyi farkında olmadan görmeyerek yaptığımı algıladığımda aniden sıçrayarak kendimi toparlıyorum. Aşk denilen şey illa ki de iki kişilik değil gibi... gibi diyorum çünkü hala o lanet cevabı bulabilmiş değilim. O sevgili uzaktayken kendi içindeki kendini mi seversin yoksa gerçek olan O'nu mu seversin? Kendi kendime aşık kalabilmeyi öğrendim sanırım ben. Bazen ömrümün sonuna kadar böyle yalnız ama aşık kalabilirim diye düşünüyorum. Onun sesini duymadan, yüzünü görmeden, kokusunu hissedip...en önemlisi de onu öpmeden ben hala aşıksam, sonsuza kadar belki de yine onu hayal ederek kendi kendime aşık kalabilirim. Az ile yetinip, çoğu istemeden...Aptal tartışmalar olmadan, 'belki'leri düşünmeden...sürekli çabalamadan da aşkı yaşayabilirim gibi...mi ki acaba?

19 Nisan 2011 Salı

Kate Moss'lu Dior Reklamı


11 Nisan'dan sonra ekranlarda olacak olan Dior'un yeni ruj reklamında Kate Moss rol aldı.


18 Nisan 2011 Pazartesi

Aradaki Benzerlik!

Mehmet Ali Alabora - Hrithik Roshan

Serkan Erdogan - Ruhi Sarı

Sertab Erener - Zeynep Casalini

Teoman - Amitabh Bachchan
Kofi Annan - Morgan Freeman

Melih Gökçek - Mahir Güllü

Fatih Altaylı - Jean Reno

George Clooney ve Cary Grant

Levent Üzümcü - Vince Vaughn

Tuğçe Kazaz - Mena Suvari



İzmir İzmir


Dogoskinz'deki bu duvar sticker'ını sevgliim eminim ki çok beğenecek. Şuana kadar gördüğüm en orijinal duvar sticker'ı. Üstelik sadece 53.70 TL

<3

Oley Vintage Telefonlar!



CoolStuffCheap'deki bu vintage telefonlara bayıldım! Üstelik, telefon etmek için içine para atmak zorunda kalmıyorsunuz. Kumbara gibi kullanıp ardından içindeki paraları anahtarıyla kasasını açıp alabiliyorsunuz. En sağdaki pembe olan kesinlikle favorim. Muftağıma kesinlikle bir tane almayı düşünüyorum. Üstelik sadece $85.49!


Bir de tabii ki anneanneler & babaannelerimizin evinde bulunan masaüstü çevirmeli telefonlar vardı. İşte o telefonları da günümüze uyarlayıp, çevirlemeli görünümünde tuşlu halini yapmışlar. Bu da kesinlikle harika! Üç farklı renk seçeneğiyle satışa sunulan bu telefonlar sadece $51.89!

<3

27

Bugün 27 kaldı.
Ne mi bu 27?
27 gün,
27 gün!
Gün..
Hani şu herbiri 24 saat,
1440 dakika olanından.
Şimdi sadece 648 saat,
38,880 dakika kaldı.
Hani herbiri 60 saniye,
Toplamda 2,332,800 saniye olanından.

Yeğen

Mesele, bilinmedik şeyleri yazmakta değil. Mesele, bilindik şeyleri bilinmedik yollarla anlatabilmekte. -dedim az önce birine.

DırDır

Bu yaşlı kadınların 'DırDır Sendromu'na yakalandıklarını biliyorum da gençlere ne oluyor anlamıyorum.
DırDırDırDırDırDırDırDırDırDırDır...

Soru İşareti

Derdi neydi bilmiyorum o sözleri söylerken. Neden söyleyip de..
Hep kaçtı?

Rahatsızlık

Kendi kendimi rahatsız ettim dün akşam. Eski defterlerimi karıştırdım, içim karardı. Bir şizofren edasıyla dökülmüş kalemimin ucundan rahatsız sözlerim. Deforme olmuş sözlerim, karmançorman ruhum, sıkıntılı aklım ürpertti içimi. Dolabımdan sürünerek çıkan yaşlı naftalin kokulu kadınlardan bahsetmişim. Sanırım babaannem gelmiş aklıma, dolabındaki naftalinleri de.

<3

8 Nisan 2011 Cuma

Kabızlığa Birebir

Bu kabızların hepsine Domperidon yazdıracağım.
Belki o zaman havaları biraz söner, kabızlıkları geçer.
Aslında çok da işe yarayacağını sanmıyorum ama
umut işte bir umut...
Bu kıyağımı da unutmasınlar söyleyin onlara.

Benim Bebeğim...





Var yaa buna benzeyecek - kesinnn!!
YE-RİM!
<3

Ters Düz

Bazılarını var ya...

Ters çevirip düz dövesim var.

Sözü Var

Bir sürü sözü var bana,
Tutmayacağı sözü de vermez ha.

Gezesim Var

Sevgilimin elini tutup sadece yürüyesim,
Sorunlardan uzaklaşasım,
Ona gülümseyesim,
Sarılıp öylece Boğaz'a bakasım var.

Kişisel Alana Tecavüz

Benim kişisel alanıma benden başka kimse girmemeli.
Hatta bunu yaptırımı olan bir kanuna bağlamak lazım.

Sayı Saymak

155'ten geriye saymak hiç bu kadar zor olmamıştı.
155 gün meğer ne kadar yavaş geçiyormuş.
155 sayısı meğer ne kadar çokmuş.
155'in farklı anlamları da var biliyorum.
Polis İmdat gibi...
Keşke Kırmızı Ambulans'ın numarası olsaymış.
En azından işime yarardı.

Yecüc ve Mecüc

Yecüc ve Mecüc'ler bence bu haset insanların içinde.
Kıyamet zamanında kolları bacakları bu insan görünümündeki 'yaratıklar'ın mevcut her deliğinden dışarı çıkacak.

Pis.

İkimizi bir etmişler, sanki küfür eder gibi.

Bu lafı O'na ithaf ediyorum.

Dipnot: Söz Athena'nın 'Pis' adlı parçasından alıntıdır.

Para

Her konuyu paraya bağlayan,
Baba parasıyla geçinip- geçinenlere laf eden,
Kendini sürekli para ile göstermeye çalışıp,
Parayı bir ölçü olarak kabul eden

'yaratık'lardan nefret ediyorum.

Kızaran

Utanınca kızaran insanları seviyorum.
Bunu kişinin insan olduğuna bir işaret olarak görüyorum.

Başlığı Maşlığı Yok Bunun.

Kendine bakarak yürüyen,
Kendini beğenmişlerden nefret ediyorum.

Hani bi' de bi'şeye benzeseler gam yemeyeceğim.

5 Nisan 2011 Salı

Birgün Paçayı Kurtaracağım!

O kadar fazla fırsatım vardı ki şimdiye kadar bambaşka -süper ötesi-  yerlerde olmak için. Yanlış tercih mi, yoksa kader mi bilemiyorum ama tek bildiğim aslında şuanda yapmakta olduğum şeylerin mutlu etmediği. Bunun geçici bir süreç çok iyi biliyorum. Bu kadar hasetlenip nazar değdirmeye çalışanlara ise sadece acıyorum. O zavallı dünyalarında, küçücük beyinleriyle kendilerini ancak bu şekilde mutlu edebiliyorlar. Saçma sapan, triplere girmenin, kompleks yapmanın anlamını bir türlü çözemiyorum. Bir yandan da onlar sayesinde kendimi daha mutlu hissediyorum çünkü; nefret ediliyorsan, birşeyleri doğru yapıyorsun demektir.
Birgün illa ki de çok sevdiğim minik 'kuzu'M'erve'nin 'Sen paçayı kurtaracaksın bu fikirlerle; hangisiyle olacağını merak ediyorum' dediği gibi olacak. Ben de merak ediyorum cidden.. Bakalım pastacı mı, işletmeci mi, ressam mı, tasarımcı mı, oyuncu mu... Yoksa 'D: Hepsi' mi olacağım. Daha küçüğüm ben, büyüyünce çok olay olacağım!

<3

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Kilolular mı ki asıl taciz edilen?

Ben bir türlü anlamıyorum, nereye baksam, şişman insanların nasıl sürekli sözlü veya bakışlarla taciz edildiği karalanıyor. Şişman insanlara kimse çirkin bakışlar fırlatmıyor bunun kimse farkında değil mi? Şahsen zayıf bir insanım, çocukluğumdan beri de böyleydim. ''Formumu korumak'' gibi saçma sapan arayışlar veya çabalar içinde de değilim. Hamburgerimi de yerim; çikolatamı da, böreğimi çöreğimi de. Ne kadar yemek yersem sanki insanların gözünde o kadar ''nefret edilemesi gereken'' bir insan tablosu çiziyorum. Hiç samimiyetim olmayan insanlar sürekli çirkin bakışlar beraberinde ''ay ne kadar zayıfsın, keşke ben de senin kadar olabilsem'' gibi deli saçması şeyler söylüyorlar. ''Ne olur sanki benden 5 kilo sana gitse'' vs gibi daha neler neler! Bu haddini bilmez kişilerin zayıf oluşum sanki bir ayrıcalık, ucubelikmiş gibi bana bakmasından ve laf atmasından sıkıldım! Ben buyum ve ne yaparsam yapayım değişmiyorum, değişmek de istemiyorum. Kilolu bir insana gidip ''Aaa senin şuranda 10 kilo, buranda ise 5 kilo fazlan var!'' diyorlar mı? Hayır, çünkü o kişilerin kalplerinin kırılabileceğini düşünüyorlar. Bizim kalbimiz yok mu? Biz de hafif dolgun ve kıvrımlara sahip olup, üzerimize giydiğimiz birşeyin güzel durmasını istemiyor muyuz? İnsanlar birilerine birşeyi söylemeden önce iki kere düşünüp gerektiğinde susmayı bilmeli. Hergün aynı insanlardan aynı fesat şeyleri duymak çok irite edici!

11 Temmuz 2010 Pazar

Bu üçlü mükemmel...


Penelope Cruz - Javier Bardem- Scarlett Johannson
''Vicky Cristina Barcelona''

Beğeniyorum...

Audrey Tautou
''Hors De Prix''

5 Nisan 2010 Pazartesi

kendini imha eden mesajlar moda!

Geçtiğimiz günlerde CNN'den aldığım bir habere göre artık cep telefonlarındaki son moda ''Tiger Text'' adındaki yazılımmış. Bu yazılım tıpkı Amerikan ajan filmlerindeki gibi mesajları kendi kendine imha ediyor. İstediğiniz zaman süreci içinde mesajlarınızın imha edilmesini sağlayabiliyorsunuz. İster tüm giden mesajlarınız isterseniz tüm giden ve gelen mesajlarınız aynı yöntemle silinebiliyor. Blackberry için geliştirilmiş olan bu yazılım artık Apple Iphone'larda da kullanılabiliyor. Artık sevgiliniz veya eşinizin telefonunuzdaki mesajlarınızı yakalamasından korkmanıza gerek kalmayacak. (Bu ne kadar doğru birşey, tartışılır.) Artık kimin ne yaptığını anlamak gittikçe zorlaşıyor millet! Yazılımın isminin ''Tiger Text'' olması geçtiğimiz aylarda eşini aldatması ile gündeme gelen dünyaca ünlü Tiger Woods'u çağrıştırsa da, yetkililer ismin ünlü golfçü ile bir alakası olmadığını açıkladı. Kullanmak isteyenlere duyrulur...

http://www.tigertext.com/

1 Mart 2010 Pazartesi

Ball Jointed Dolls!



Asya, Avrupa ve Amerika'da deli gibi satan, hayatımda gördüğüm en gerçeğe yakın oyuncak bebekler inanılmaz!

Ball-Jointed Doll* kısaca ''BJD'' olarak bilinen Güney Kore, Japonya ve Çin'den dünyaya satışa sunulan bebekleri tamamlanmış olarak veya tüm parçalarını teker teker alıp istediğiniz bebeği elde etmek mümkün. Erkek ve kız seçimi yapmak da mümkün. Boyları 25 ile 60 cm arasında değişen bebeklerin ortalama fiyatları $300-$800 arası değişiyor. Kendinize özel, sadece sizde olan bir bebek oluşturmak istediğinizde ise bu fiyat bazen $1000'ı bile aşabiliyor. Aynen insanlar gibi eklemlere sahip olan bu bebeklerin sadece parmaklarında eklemleri yok. Bir ömür boyu saklanabilecek bir şey olduğundan fiyatlar o kadar da uçlarda değil.

Bu bebekler için oluşturulmuş özel kıyafetler, ayakkabılar, çantalar, kirpikler, peruklar, şapkalar, iç çamaşırlar ve aklınıza gelebilecek her türlü aksesuar bulunuyor. Fiyatlara baktığınızda ise bir çift ayakkabının fiyatı gerçek insan ayakkabısı kadar pahalı. Gördüğüm sıradan siyah bir ayakkabı $45'dı.

Kesinlikle herkesin sahip olması gereken bebekler bunlar!
*Ball-jointed doll- top eklemli bebek.

Bir iki dakika içinde kendinizi başkası olarak görebilirsiniz!

Bugünlerin en popüler sanal alem olaylarından biri değişik websitelerinde bulunan kalıplara kendi suratınızı yerleştirerek fotoğraf çekmek. Gerçekten çok eğlenceli ve kalıcı bir şey. İhtiyacınız olan tek şey bir webcam!

Bu sitelerden biri FaceInAHole bkz. http://www.faceinahole.com/ . Burada fotoğrafların yanı sıra videolara da kendi suratınızı eklemeniz mümkün. Çok amaçlı bir site olduğuna inanıyorum çünkü saçımı boyatmak istediğimde buraya girip istediğim renge yakın bir fotoğraf seçip suratımı eklediğimde neye benzeyeceğimi aşağı yukarı tahmin etmeme yardımcı oluyor. Tabii ayrıca sadece ''geyik'' yapmak için de birebir.

Diğer site ise Cameroid bkz. http://cameroid.com/ Bu sitede sadece yüzünüzü başkalarının gövdelerine eklemenin yanı sıra çektiğiniz normal fotoğraflara farklı efektler vermeniz de mümkün. Hele bir komik ayna modu var, o muhteşem! Tıpkı karnavallardaki aynalar misali şekilden şekile giriyorsunuz.

Her ikisini de gülmekten karnıma ağrı girinceye kadar kullanmaya bayılıyorum!!

21 Şubat 2010 Pazar

Ben ve Kendim...

Kimim ben? Herşey hakkında bir fikri olan biriyim. Hiçbirşeyi bildiğimi ima veya iddia etmeye çalışmıyorum. Fakat herşey hakkında yapacak kendi yorumlarım var. Bana özgü, biraz benden olan. Bazen çok eleştirel, bazen de çok iyimser. Sonuçta ''ben'' kendimden besleniyorum, kimseye ihtiyaç duymadan, özgürce kendimi ve düşüncelerimi ifade ediyorum. Bu sebepten ötürü sanırım çok arkadaşım yok. Birşeyi doğru düzgün, kısa ve öz söylemek varken karşımdakinin hislerini göz önünde bulundurmaktan kaçınıyorum çoğu zaman. Karşımdaki kişinin söyleyeceklerim karşısında ''ne hissedeceğini'' düşünmek çok yoruyor beni. Rahatsızlık duyuyorum başkalarının ne hissedeceğini veya ne düşüneceğini kafamda kurmaktan. İsteyen istediğini yapsın, istediğini söylesin. Ben çoğu insanı sevmiyorum, gereksiz insanlara kalbimde vereceğim yerleri sevdiğim ''nadir'' insanlara bir ömür süreliğine tahsis ediyorum. Farklı bir kafa yapım, farklı bir kişiliğim var. ''Başkası olmaya çalışmaktansa ''kendim'' olmayı ve kendimi doğru ve yanlışlarıma kabullenmeyi tercih ederim.''

Saygılar :D

Ali Taran & Oompa Loompa



Ali Taran ile ''Oompa Loompa''lar arasındaki aşırı benzerlik dikkatimi çekti. Geçenlerde ''miniğim''le başrolde Johnny Depp'in oynadığı ''Charlie'nin Çikolata Fabrikası''nı yaklaşık 15. kere izlerken aklıma takıldı. ''Bir yerden tanıyorum bu oompa loompa'yı'' dedim, ''miniğim'' de ''eveeet, ben de tanıyorum ama nereden?'' deyince birden DANK etti! ''Yetenek Sizsiniz Türkiye'' ile tanıdığım, asıl mesleği reklamcılık olan Ali Taran'a benziyor! Ali Taran'ı çok beğeniyorum, özellikle ''cool'' tavırlarıyla yaptığı ani yorumlarıyla karnıma ağrı sokacak kadar güldürüyor beni. Muhteşem bir adam! Artık sadece ''Yetenek Sizsiniz Türkiye''de gördüğüm zaman değil, o filmi izlediğimde de kesinlikle aklıma gelecek! Benden başka bu benzerliği gören var mı? Yoksa ben bu oompa loompalarla kafayı mı yedim?

Saygılar :D

17 Şubat 2010 Çarşamba

Lady Gaga, Lady Gaga...




Lady Gaga'yı ilk gördüğümde ''Oh, çok güzel, dünyada dişi bir Marily Manson varmış'' diyerek hayıflanmıştım. Şimdi görüyorum ki o hiç kimseye benzemiyor. O başkalarını kesinlikle taklit etmeyen, taklit etmemek uğruna adeta çabalayan bir kadın. Modayı yaşamıyor, çünkü kendisi modanın ta kendisi.
Kendisi ufak tefek ama içinde yaşadığı dünya rengarenk- bugüne değin görmediğimiz renkleri içeriyor. ''Alice In Wonderland''deki Alice'i andırıyor bana duruşu, tarzı ve kıyafetleri. Masal kitaplarından asiliği yüzünden atılmış gibi. Biraz uçuk, biraz karmaşık ve yorucu ama bir o kadar da özgür o Lady. Onun çok tartışılan ''ikon'' olup olmayışı pek de umrunda değil sanırım. Çünkü o her zaman, her yerde kendi olmaya devam ediyor ve bence kendisi kesinlikle bir moda ikonu. Hüseyin Çağlayan imzalı baloncuklardan oluşan elbisesi (yukarıda) tam anlamıyla bir sanat eseriydi! 50'ler ve 60'lardaki pin-up kızları gibi adeta.

Unutmadan, ''Statue of Liberty'' (Özgürlük Heykeli) den esinlenilmiş muhteşem sanat eserini de unutmamak lazım!! (Yukarıda) Lady Gaga'nın muhteşem bir moda ekibi var tabii ki. Bir yerde okuduğuma göre bu takım 7-8 genç (biraz da kaçık) kişiden oluşuyormuş. Yani tam Gaga'ya göre! Kim ne derse desin bu kadın gelmiş geçmiş en iyi şarkıcılardan ve moda ikonlarından biri ve böyle de kalacağına eminim.

Ha bu arada, Gaga'nın oyuncak bebekleri Amerika'da yok satıyormuş. Buraya da gelmelerini sabırsızlıkla bekliyorum!! Hatta hemen internetten araştırmaya başlayacağım...

16 Şubat 2010 Salı

Kokoşluk ile Rüküşlük Arasındaki O İnce Çizgi...


Son zamanlarda magazin dünyasının yanı sıra, günlük hayatta da fazlasıyla ''kokoş'' olmaya çalışıp da rüküşlüğü bile geride bırakan kişiler görmeye başladım. Özellikle halk arasında ''sosyete'' diye tanımlanan fakat parasıyla kendisini küçük düşürmekten başka birşey yapamayan bir sürü insan görüyorum. Plaja bile giderken leoparlar, kovboy şapkaları, taşlu tuşlu saatler, tüller, incik boncuklar, ıncık cıncıklar-takıp takıştırmak neden? Büyükanne ve büyükbabalarımızın zamanında ''sosyetelik'' apayrı bir kavrammış. Nerede nasıl davranmasını, bir yere gittiğinde elini ve ayağını bile nasıl koyması gerektiğini bilen, her yönüyle son derecede kibar ve görgülü insanlarmış zamanının ''sosyete''leri. Şimdi nerdeeee!!
Gelelim günümüzün ''sosyete''si içinde olmayıp, yine de kendilerini ''sosyete'' gibi parayla mahvedenlere... Geçenlerde bir arkadaşımın profilinde etiketlenmiş fotoğrafların içerisinde bir kız gördüm ve gözlerime inanamadım! Kız adeta ''Charlie & Çikolata Fabrikası''ndaki ''Oompa Loompa''lardan biri!! bkz Oompa Loompa bu'dur: http://www.jackstreethaspanache.com/OompaLoompa.jpg
Kızı görünce neye uğradığımı şaşırdım. Çingene pembesinden de öte, gece parlayan kedi gözleri gibi pembe ötesi bir ruj. Solaryumdan artık bronzluk evresini bile aşmayı başarmış ama sanki dokunsan eline rengi bulaşacakmışcasına turuncu bir ten. Tabii ki de platin sarısı saçları olmazsa olmazdı değil mi! Kıyafetine hiiiiiçççç bir şey söylemiyorum çünkü bembeyaz skinny jeans, üstüne siyah bir büstiyer ve ayağına da stiletto tarzı leopar desenli ayakkabılar giymiş. (Ama ayakkabılar güzeldi şimdi doğruya doğru.)
Neden kendini bu kadar çirkinleştirirsin ki? Doğal olmak varken bu kadar saçmalığa, kendini ''maymun'' edip, benim gibilerinin diline düşmeye ne gerek var? Sahte güzellik artık o kadar ucuza satın alınabiliyor ki, neredeyse işportaya düşecek. ''Kokoş'' & ''bakımlı'' olmak ile ''rüküş'' olmanın arasında çok ama çok ince bir çizgi var. Onu kestirebilmek ve gerçekten yakışanı uygulamak gerek.

13 Ekim 2009 Salı

TURKCELL Reklamı 2. Seri

Sadece ‘‘Turkcell’linin gücü, Turkcell’in çekim gücü’’ kelimelerinden oluşan bir parçadan ibaret koskoca bir reklam. Şarkı, akla takılan bir melodiye ve çok az sayıda kelimeden oluştuğu için ezberlemesi de kolay bir yapıya sahip. Sabahtan akşama kadar insanların ağzından dinliyor; kendimi de onlarla beraber şarkıyı mırıldanırken buluyorum. Görüntüler desen tam Turkcell’e yakışır kalitede. Turkcell’e ‘‘Ne var Nuri, ne oldu Nuri, napıyorsun Nuri?’’ vs. gibi replikler kullandırılan; milli basketçilerimizin var olan karizmalarını yerle bir eden reklamlar yakışmıyor! Akılda kalan, kısa, güzel melodili, davullu, zurnalı; en önemlisi de EĞLENCELİ reklamlar istiyoruz! PTT Film’i ve çalışanlarını, ‘‘Turkcell’linin gücü, Turkcell’in çekim gücü’’ adlı reklamdan dolayı ayakta alkışlıyoruz!

BANVİT Reklamı

Banvit artık beyaz etin yanı sıra kırmızı eti de piyasaya yine kendi markası ile sunmaya karar vermiş. Eyvallah, çok güzel bir şey bu benim gibi bir ‘kırmızı et aşığı’ için. Fakat o saçma sapan reklam da neyin nesi anlayamadım! Kral ve Kraliçe tahtında oturur, içeri tavuklar girer ve ‘Bana güvenirsiniz değil mi sayın Kralım?’ gibi bir laf ettikten sonra Kral’ın onayını alır ve kırmızı eti tanıtır. Koskoca Kral, bir tavuğa mı güveniyor yani? İlk izlediğimden itibaren bu soruyu sormaya başladım izleyen herkese. Herkes de aynı fikirde. Saçmalık.

PERWOOL Reklamı

Güzel nezih bir kokteyl ortamında kırmızı elbiseli esmer bir bayan (büyük bir ihtimalle Espanyol asıllı), bir erkekle gösterişli şekilde dansetmektedir. Adamın biri kadını ne kadar güzel bulduğunu yanındaki başka bir bayana ifade eder. Sonra da elbisesinin yeni olduğunu düşündüğüne dair düşüncelerini belirtir. Yanındaki kadın ‘Elbisesi yeni değil, Perwool ile yıkandı’ diyerek adama 3-5 kiloluk bir Perwool Deterjan şişesini uzatır. Sonra bayanların ikiz oldukları vs konuşulur. Ama benim eleştireceğim kısım bu değil tabii ki de. Bu Perwool’un reklamlarını yazanlar bu kadar mı hayal gücünden yoksun çok merak ediyorum. Güzelim kokteyl ortamında o kadın neden yanında 3-5 kiloluk bir deterjan taşıyor olsun?! Bu reklamların farklı versiyonları farklı yerlerde de çekilmiş. Onları da izledim. Bir tanesi de, tiyatro salonunda oyun izlerken geçen aynı muhabbet sonrasında başka bir kadının yine birden bir tarafından Perwool şişesini çıkarmasından ibaret. Nedir kardeşim derdiniz? Kim neden tiyatro, kokteyl gibi yerlere Perwool şişesiyle gider? Hem de 3-5 kiloluk olanıyla! Hani birisi davet veriyor olur, mutfağa giderken bir arkadaşına danseden kadının elbisesinin ne kadar güzel ve yeni olduğundan bahseder. Diğer şahıs da mutfaktaki lavabonun altından bir Perwool şişesi çıkarıp ‘Yeni değil, Perwool ile yıkandı’ der anlarım. En azından mantıklı bir açıklaması olmuş olur. Sadece kadının elbisesinin ne kadar yeni olduğunu & Perwool ile yıkandığını belirtmek için işin cılkını çıkarmışlar!

29 Eylül 2009 Salı

Önce Youtube, şimdi Lastfm ve Myspace kapatıldı!

Neler oluyor bir türlü anlayamıyorum. Benimle birlikte sayısız insanın da anlayabildiğini sanmıyorum. Nedir bu sanal ortamda bile uygulanan kısıtlamalar, yasaklar? ''Korsan'' müzik satışlarının önüne bu şekilde mi geçilecek? Myspace ve Lastfm'den neredeyse kimse zaten müzik indirmiyor. SADECE DİNLİYOR! Kurunun yanında yaş da yanar misali; müzikle alakasız olarak siteye üye olan diğer kişiler de bu durumdan madur. Şekil A: Ben! Kurmak için çabaladığım Yetenek Ajansı'mın ön tanıtım sayfası olarak açtığım Myspace hesabıma da erişemiyorum! Bunun nedeni ise 'Korsan müzik yasağı'!

Korsan müzikle başa çıkmak istiyorsa birileri önce albümlerin maliyetlerini ve satış fiyatlarını yeniden düzenlemeliler. Amerika'da bir sanatçının tek bir parçasını veya aynı parçanın farklı versiyonlarını içeren 'single'lar 1$'a satılıyor! Orada yaşadığım süre boyunca bir kere bile bilgisayarıma bir program yükleyip müzik indirme çabasına girmedim; gireni de çok nadir gördüm. Buradaki fiyatlar 10-40 TL arası olunca; insanlarda da para olmayınca doğal olarak belirli programlar kullanarak internetten müzik indiriyorlar.

Hayret birşey!!

Myspace'de müzik sayfasına sahip olan insanlar parçalarını tanıtmak için çabalıyorlar ve o sayfaları birebir kendileri, BİLEREK açıyor! Kimse ne benim, ne senin, ne onun, ne de bir başkasının haklarını iznimiz olmadan alamaz! Hazır Myspace Türkiye açılmışken, siteye erişimi engellemek yerine, sadece parçaları indirmeyi engelleselerdi olmaz mıydı?!

Kısıtlaya kısıtlaya nereye varmayı planlıyorlar çok merak ediyorum. Zamanında YouTube'u da kapattılar, şimdi ise bunları... Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ümüze yapılan hakaret videolarıydı gerekçe. Çok mu iyi oldu şimdi bizim o siteye giremememiz? Meydanı damarlarında kan yerine pislik dolaşan o mahluklara bıraktık. O siteye erişimi engellemekle hiçbir şey elde edemedik. Sadece yapılan karşısında 'sinmişcesine' siteye erişememekteyiz.